Ana səhifə BAŞ YAZI Erzurum’un Gediğine Varanda – 2011

Erzurum’un Gediğine Varanda – 2011

Müəllif: Bizim Yazı
689 baxış

(01 Aralık – 04 Aralık 2011: Lefke – Erzurum – Lefke)

Nazım Muradov /Lefke Avrupa Üniversitesi-KKTC

Aslında bu başlığın bizden önceki en az üç müellifinin Aşık Kerem, Anar ve Memmed Aslan olduğunu yazıya başlamadan söylemeliyim. Dede Kerem’in yanıp tutuştuğu, Yanık Kerem olduğu Aslı-Kerem destanının bir yerinde
Erzurum’un gediğine varanda
Bir de gördüm buram buram gar gelir.
Lelem dedi gel gayıdag bu yoldan
Dedim gayıtmaram, mene ar gelir… koşmasının birinci mısrasını, 1985’te Azerbaycanlı şair Memmed Aslan, Türkiye seyahatnamesi kitabının adı olarak kullanmıştı. Ünlü yazarımız Anar ise “Molla Nesreddin-66” yazısıyla 1966 yılının muhayyel Nasreddin Hocasını Mirze Celil üslubuyla kaleme almıştı. Bu anlamda başlığın ve onu adlandırma üslubunun bize ait olmadığını belirtmek istiyorum…

Erzurum uzak değilmiş: 01 Aralık 2011 sabahı Bağımsızlığının 20. Yılında Azerbaycan – Türkiye İlişkileri Uuluslararası Toplantısı’na katılmak üzere Lefkoşa’daki Ercan Havalimanından hareket ettiğimde saat 07.00 idi. Bir zamanlar gümrükleriyle meşhur üç Anadolu şehrinden biri olan Erzurum’un havalimanında gümrük olmadığı için bavulumu Esenboğa’da Dış Hatlar Terminali’nden alıp iç hatlara geçmek zorunda kaldım. Erzurum’a vardığımda sabah saat 10.30’du. Daha saat 11.00 olmadan Erzurum’da kahvaltı masasında oturunca yıllardır hep içinden geçip bir türlü göremediğim, caddelerini gezemediğim bu kuzey-doğu Anadolu şehrinin çok da uzak olmadığını anladım. Köroğlu ve Aslı-Kerem destanından tanıdığımız Erzurum, son sayılarında bizim de yer aldığımız Kardeş Edebiyatlar dergisinin çıktığı şehirdi. 1982’de Yavuz Akpınar ve rahmetli İbrahim Bozyel’in zor şartlarla çıkardıkları bu dergi, Türk dünyasının Türkiye’deki sesi olmuştu. Bu anlamda Erzurum’un, Türkiye – Azerbaycan merkezli Türk dünyası ilişkilerinde önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Abbas Zamanov’un, Türk dünyasının çeşitli yerlerinden toplayıp yolladığı kitaplardan oluşan ilk kütüphane – Prof. Dr. Abbas Zamanov Kütüphanesi de Erzurum’da- Yavuz Akpınar Hocanın gayretleriyle Atatürk Üniversitesi’nde kurulmuştu.
Çiçekler üşümesin: Erzurum’a, bu etkinliğe katılacak diğer dostlardan birkaç saat önce vardım. Havalimanında beni karşılayan Yasin Bey, kibar bir şekilde bana Erzurum’u anlatıyor. 2011 Kış Olimpiyatları’nın yapıldığı Palandöken kayak merkezinin havalimanına çok yakın olduğunu, Aziziye, Yakutiye ve Palandöken belediyelerinin Erzurum Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olduğunu Yasin Bey’den öğreniyorum. Havalimanı ile şehir arasındaki bu kısa mesafede Yasin Bey’in telefonu sık sık çalıyor. Etkinliğe ev sahipliği yapan Aziziye Belediye Başkanlığı’ndan arayıp bizim gelip gelmediğimiz, yolculukta bir sorun yaşayıp yaşamadığımız sorularak, kahvaltı yapacağımız yere gelmemiz gerektiği söyleniyor. Tüm telefon çağrılarını kibarca cevaplayan Yasin Bey, doğma şehrini övüp bitiremiyor. Yol boyunca birkaç yerde gördüğümüz kavşaklarda çiçeklerin poşetlerle kaplanması dikkatimi çekiyor. Çiçekleri üşümesin diye onları sarıp sarmalayan sıcakkanlı dadaşlarla güzel bir görüş olacağına, unutulmaz saatler yaşayacağımıza artık hiçbir şüphem kalmıyor…
Soğuk şehrin sıcak insanları: Aziziye Belediye Başkan Yardımcısı Hanefi İspirli, Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı ve bu etkinliğin organizatörü Hikmet Eren Bey ve maiyetindeki diğer dostlar, bizi Kültür Merkezi’nin kapısında karşılıyorlar. Etrafımızı saran güler yüzlü insanlar, yolculuğumuzun nasıl geçtiğini soruyorlar… Ankara-Erzurum uçağında birlikte yolculuk yaptığım ve 2008’den -Kırım’da gerçekleşen II. Uluslararası Türkoloji Kongresi’nden- bu yana tanıdığım Prof. Dr. Metin Akkuş, beni karşılayan Yasin Bey, Hanefi İspirli, Hikmet Eren, Aziziye Belediye Başkanı Fatih Cengiz, Şimşek Akpınar, Cengiz Alyılmaz, Semra Alyılmaz, Erol Kürkçüoğlu, Yavuz Aslan hocalar, Hikmet Bey’in dostu Orhan Bey, Kutluhan Yazıcı, kırılan gözlüğümü yaptırmaya birlikte gittiğimiz Nurşad Bey… soğuk Erzurum’u bize sevdiren sıcak insanlardan sadece birkaçıdır. Bu değerli insanların hepsini sevgiyle selamlıyorum…
Kültür Merkezi’nde Hanefi Bey’le bir masada oturup çay içiyor, Erzurum’un Rus işgalinden, bugünkü durumundan, çağdaş demografik yapısından sohbet ediyoruz. Güzel bir kahvaltıdan sonra kültür merkezinin ikinci katındaki geniş salonda basın toplantısı yapıldığını fark ediyorum. Bu basın toplantısında matbuat yoluyla halka hesap veren kişi ise, katılacağımız etkinliğin davet mektubunu imzalayıp bizlere yollayan Fatih Cengiz Bey’dir.
Aziziye, başkanını bulmuş: Bütün basın mensuplarının dikkat merkezinde olan kişiyi merak ediyorum. Genç, yakışıklı, güzel ve tevazu dolu konuşmasıyla dikkatleri üzerinde toplayan Fatih Cengiz, Türkiye’nin en genç belediye başkanlarından biridir. Göreve geldiği üç yıldan bu yana yaptıklarını sıralamakla bitmez. Benim dikkatimi çeken ve başka bir yerde pek görülmeyen hizmetlerden sadece üç tanesini belirtmekle yetineceğim. Fatih başkan, inançlarına çok düşkün olup dinî vecibelerini yerine yetirmekten taviz vermeyen hemşerilerini dikkate alarak belediye sınırları içindeki camilerde namaz kılanların, sıcak su ile abdest almalarını sağlamış; az gelirli ailelerin çocuklarını oyuncaklarla temin etmiş, tüm ailelerin, sürekli olarak gelip ücretsiz oyuncak alabilecekleri bir merkez kurmuştur. Ayrıca belediye sınırları içindeki tüm mezarlıklarda haftanın Cuma günleri, orada yatanların ruhuna Kur’an-ı Kerim okutulmaktadır…
Fatih Cengiz Bey, Erzurum’da kaldığımız dört gün boyunca bizim her birimizle tek tek ilgilenmekle yetinmeyip tüm yemeklerde bizlerle birlikte oldu. Toplantılara katıldı, kısa sürecek bir işi çıktığında bile bizden özür dileyerek ayrıldı, gece geç saatlere kadar oturup misafirlerle sohbet etti, katılımcıların Ilıca Termal Tesisleri’nden ücretsiz yararlanmalarını ve şehir içi ulaşımlarını sağladı. Ulaşım, konaklama, yeme içme vb. konularda hiçbir aksaklığın olmadığı bu organizasyona ev sahipliği yapan Aziziye Belediyesi ve bu belediyenin genç başkanı Fatih Bey, bir Türk Dünyası sevdalısı olduğunu tüm samimiyeti ile ortaya koydu…

Belediye başkan yardımcısı, denemeler, mensur ve manzum eserlerden oluşan beş kitap yazarı Hanefi İspirli de samimiyeti, tarih bilgisi ve sıcakkanlılığıyla gönüllerimizde taht kurdu. Bir Erzurum sevdalısı olan Hanefi Bey, Hiçkimse adlı son şiir kitabını da imzalayıp bize hediye etti. Hanefi Bey’in şahsında yeni bir dost kazandığımız için mutluyuz.

Hiçbir örtünün saklayamadığı eski bir Türk şehri: Erzurum, adını çocukluğumdan beri duyup da göremediğim efsanevi bir yerdir. Rahmetli babaannemin, 1918’deki kanlı olayları anlatırken Nahçıvan’ı Ermeni mezaliminden kurtaran Kâzım Karabekir Paşa’nın Nahçıvan’a Erzurum’dan geldiği hatta kendisinin de Erzurumlu olduğu dediğini hatırlıyorum. Sonra Köroğlu destanının kahramanlarıyla hayalen de olsa Erzurum yolculuğu yapmış, Kerem’le birlikte Erzurum gediklerini aşmıştık. Ege Üniversitesi’ndeki doktora, asistanlık ve öğretim görevlisi yıllarımda ise çok değerli Yavuz Akpınar hocam sayesinde Erzurum’u ve Erzurumluları daha yakından tanıma fırsatı buldum. Yavuz Hoca’nın iki yıl önce vefat eden annesi ve kardeşleri Erzurum’da yaşıyor, Hoca da bayramlarda annesini ziyarete giderdi. Yavuz Hoca vasıtasıyla tanıştığım, beni Kıbrıs’a davet eden değerli büyüğüm Doç. Dr. Hasan Köksal, Dergâh yayınlarının sahibi Ezel Erverdi Beyefendi, oğlu Asım Bey… Erzurum’un güzide insanları arasındadır. Yavuz Hoca’nın Erzurum sohbetleri ise bir âlemdir. Rahmetli Naim Hoca’nın nüktedanlığını Yavuz Hoca’dan tatlı Erzurum ağzıyla dinlemek çok hoştur. Yavuz Hoca’nın, hiçbir zaman taviz vermediği asaletinde de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın fevkalâde Beş Şehir’inden biri olan Erzurum’un havası vardır…
Erzurum’a gideceğimi Yavuz Hoca’ya bildirince “Bazı örtülerin altındaki Türklüğü görebilirsen asıl bir Türk şehri göreceksin…” dedi. Yavuz Hoca’nın bu sözleri üzerine aklıma Türklükten başka bir şey gelmeyen o şehirdeki, söz konusu Türklüğü önce Tanpınar’ın Erzurum’unda aradım, sonra gidip kendi gözlerimle gördüm. Tanpınar Mütareke yıllarının Erzurum’unu, Ermeni iddiaları üzerine oraya gelmiş Amerikan heyetine dönemin Belediye Reisi Zakir Bey’in meşhur cevabıyla anlatır. Amerikalı generali pencere önüne davet eden Zakir Bey şehri gösterip “Bakın, şurada bütün şehri saran bir taşlık var. Onun da ortasında yirmide biri kadar duvarla çevrilmiş bir yer var. O büyük taşlık Müslüman mezarlığı, o küçüğü de Ermeni mezarlığıdır. Bunlar (Ermeniler-N.M.) kendi ölülerini yemediler ya!” deyerek “Erzurum’da Türklerin daima ezici bir çokluk halinde yaşadıkları”nın bin türlü şekilde gösterilebilirliğini ortaya koymuş, ‘Zakir Bey’in hazırcevaplılığı bunların en kısasını, itiraza yer bırakmayanını bulmuştu”.
Tanpınar’ın Erzurum’la ilgili karakter tahlillerinde, Erzurum’daki Saltuklu, Selçuklu, Osmanlı Türk mimarisiyle ilgili fikirlerinde, Erzurum’un ve Erzurumluların musiki zevki hakkındaki tarihi ve çağdaş (1940’lı yılların ikinci yarısı) Erzurum’u anlatışında… defalarca kırılsa, yakılsa, yıkılsa da hiç eğilmeyen bu asaleti görüyoruz…
Tarihle yüz yüze – tarihle baş-başa: “Bıçkın endamlı, yiğit örflü Erzurum dadaşları” tarihin içinde yaşıyorlar. Erzurum’da Selçuklu öncesine ait Türk mimarisi eserlerinden birini – Saltuklu emirlerinden Nasiruddin Muhammed’in 1179’da yaptırdığı Ulu (Atabey) Camisi’ni ziyaret ediyoruz. Cami, muhteşem mimarisiyle bizi hemen etkiliyor. Tanpınar Atabey Camisi’yle ilgili “Erzurum’daki Ulu Cami’yi gezerken, o zamanlar askerî ambar olarak kullanılan bu binayı dolduran meşin kokusunu bile bana duyurmayan bir heyecan içindeyim. Üzerine bastığım bu taşlara değen başları, onların kaderini, uğrunda yoruldukları şeyin büyüklüğünü düşünüyordum” diyor. Büyük hocamızı bu heyecana düşüren Ulu Cami’nin mimarisidir. Bu mimarinin ayrıntılarını bize Cami’nin nur yüzlü hocası Lutfi Bey anlatıyor. Hocayı hazır şekilde bekleyen kalabalık cemaati akşam namazına çağıran ezan sesi, Lutfi Nazaroğlu hocanın bu tatlı sohbetini yarıda kesiyor. Caminin yapılış hikâyesini kapı ağzındaki kıvırcık saçlı, 8-9 yaşlarındaki küçük çocuktan diz çökerek dinlemeğe devam ediyoruz.
Selçuklu dönemi eserlerinden Yakutiye Medresesi, Taş Han, Çifte Minare ihtişamlı mukavemetleriyle tarihe meydan okuyorlar. Bu muhteşem yapıların önündeki geniş caddeden geçen arabalar olmazsa yavaş yürüyüşlü seksenlik, doksanlık dedelerin huzurunda kendimizi geçmiş yüzyılların içinde hissedecektik. Nahçıvan’daki Mumine Hatun türbesi, Küseyr oğlu Yusuf türbesi, Karabağlar mimarlık külliyesi, Gülistan abidesi de birer Selçuklu eserleri olarak Erzurum’daki gibi tarihlere tanıklık etmektedirler. Kervan yollarının üzerinde kurulan ve birer sınır şehirleri olan Erzurum ve Nahçıvan’ın Selçuklu dönemi abideleri, geniş bir karşılaştırılmaya tâbi tutulabilir.
Erzurum bir tutkudur (Tanpınar’ın Beş Şehir’inden Erzurum pasajları): Türk edebiyatının büyük kalemlerinden biri olan Prof. Dr. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlattığı Beş Şehir eseri, edebiyatımızda deneme türünün en nadir örneklerinden biridir. Bu eseri yıllar önce (1997-98’de) doktora hocam Prof. Dr. Yavuz Akpınar’ın yönlendirmesiyle okuduğumda bu beş şehirden hiçbirine doğru dürüst gitmemiştim. Türkiye’de yaşadığım sonraki yıllarda bu şehirerin her birine gittikçe Tanpınar’ın anlattığı şehri arıyordum. Erzurum, ziyaret ettiğim bu beş şehirden sonuncusudur.
Tanpınar, bu şehri “Şark vilâyetlerinin iktisadî merkezi, yaylanın gülü, bu havalide söylenen türkülerin yarısından çoğunun, güzelliğini övdüğü eski Erzurum” adlandırıyor. “Birinci Cihan Harbi’nde geçirdiği tecrübenin acılığı”nı en çok hisseden, “ölümün zafer çaldığı”, “dört yıl boyunca dağlarındaki kurtlara insan etiyle ziyafet çekilmiş şehir”, nüfusu 60 binden 8 bine inince Milli Mücadele’ye önayak olmuştu. Tanpınar, “fırtınanın dağıttığı kartal yuvası” adlandırdığı Erzurum’daki kanlı olaylardan, türlü mezalimlerden canını kurtaran çocuklara “kılıç artığı çocuklar” diyor. “Asırlarca gururunu yapıp topluluk hayatına istikamet veren bu dört kapılı serhat şehri” (güneyinde Tebriz Kapı; doğusunda Kars Kapı; kuzeyinde Gürcü Kapı ve batısında İstanbul Kapı – N. M.), 1828 mağlubiyetinde 32 bin nüfus kaybetmiş, 1876 felâketinde ise kökünden sarsılmıştı.” 1826-28 ve 1877-78 savaşlarının Rusya ile Osmanlı arasındaki kanlı muharebeler olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur… Bu savaşlarda Kafkasya’ya giden torununu bekleyen ihtiyar bir dede, “yıllarca pencere önünden ayrılmamıştı”. Halk perişan olmuş, dünyanın dört bir yanına dağılmıştı. “Küçük bir köy kahvesinde [bile] Kamçatka’nın soğuğunu, Seylan’ın sıcağını, Madagaskar’ın yılanlarını her gün başka başka ağızlardan dinlemek kabildi…”
Erzurum’daki “her mecliste, yol üstünde bırakılmış ihtiyarların, süt emen çocuğunun ayak altında kalan parçalarını kundaklayarak (beleyerek) ninni söyleye söyleye yola koyulan annelerin, sahibinin göğsünü başına dayayıp ölen cins atların hatırası diriliyor; kaybolan çarşı, yıkılan şehir, bozulan ev, birdenbire suyu çekilmiş bir nehir gibi ortadan silinen bütün bir hayat dinmeyen yaralar gibi kanıyordu.” Oysa “eski Erzurum’un ticaret hayatı ve kervan yolu otuz iki sanatı besler; … servetin, çalışmanın bulunduğu yerde içtimaî nizam kendinden doğar”dı. Bu şehrin mayası temizdi, sütü bozuk değildi. Helallık, dürüstlük, insaf, vicdan, empati kurma her bir Erzurumlunun karakteristik bir özelliği olmuştu. “Ne Tanzimat, ne Abdülhamit idaresinin merkezciliği, şehrin ruhu olan ve esasını Ahîlikten alan bu otoriteyi yıkamamıştı.” Bütün fertleriyle nefsine hakim olan Erzurum halkı için kibirlenme söz konusu değildi. Tanpınar şöyle diyor: “… Esnaf arasındaki güzel olan şey de sağlam bir sınıf şuuruna ermesi, yukarıya imrenmeden kendisini aşağıya açık tutmasıydı… İş terbiyesi almış, eli işlediği, yarattığı için nefsine saygı duygusu yerleşmiş şahsiyetli, kendine güvenir vatandaşlardan teşekkül etmiş bir kalabalık… On üç yaşında henüz çıraklığa giren bir çocukta bile az zamanda nefsine güven başlar, el emeğine dayanan bir hayatın mesuliyet fikrinin insanoğlunu nasıl yükselttiği görülürmüş…
Tanpınar, “hayal ve hâriküladeden nasiplerini alan” Erzurumluların nükteci ve hicivci olmalarını, uzun süren kış mevsiminde şehrin dört kapısının kapatılıp kendisiyle başbaşa kalmasına bağlar. İşte Amerikan heyetine mezarlığı gösterip “bunlar kendi ölülerini yemediler ya!” diyen belediye Reisi Zakir Bey de onlardan biridir.
Erzurum’un Saltuklu ve Selçuklu mimarisinden kısaca söz etmiştik, Osmanlı dönem mimarisini ise Tanpınar’dan dinleyelim: “Osmanlı devri mimarisi Erzurum’da Lala Paşa Camii ile yaşar… Caminin küçük bir pırlantaya benzeyen güzelliğini ben ancak Erzurum’a üçüncü gidişimde duyabildim. Bir akşamüstü önünden geçerken XVI. asrın mucizesi olan o hârikülâde nispet beni yakaladı”. “… Erzurum Kalesi’ni gezerken gözümün önünde olan şeylerden çok başkalarını görür gibiydim. Sanki vatana çatısından bakıyordum…”
Tanpınar, bu şehrin musiki zevki hakkında da değerli fikirler söyleyerek şöyle der: “Erzurum’da kaldığım müddetçe mahallî diyebileceğimiz musikiyi şahsî bir macera gibi yaşamıştı. Fakat ancak yıllardan sonra onunla yeniden karşılaşınca taşıdığı ıstırap yükünü anlayabildim… Bunlar, kendilerini yaratan insanların malıdırlar, bize toprağı, iklimi, hayatı, insanı, onun talihini ve acılarını verirler… bu türkülerden, şarkılardan bazıları Erzurum’da doğmuşlardır. Bir kısmında Azerbaycan ile Kafkasya ile sıkı münasebetin doğurduğu tuhaf bir çeşni, bütün melez şeylerdeki o marazî hislilik vardır… “Erzurum çarşı pazar” diye başlayan ve Billur Piyale gibi oyun havası olan Sarı Gelin’in canlandırma kudretine daima hayran oldum…
“Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metreden bakan Erzurum, Malazgirt zaferinin açtığı gedikten yeni vatana giren cetlerimizin ilk fethettikleri büyük merkezî şehirlerden biridir. Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, Millî Mücadele’nin ilk temeli gene Erzurum’da atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak iradesi ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk Erzurum’da işe başlar. Tıpkı ilk fatihler gibi oradan Anadolu’nun içine doğru yürür; oradan başlayarak yurdumuzu, milletimizin tarihi hakları adına yeni baştan fethederiz…”
Kalpler Erzurum’da atıyor: Öğleden sonra katılımcı arkadaşlar, dostlar gelmeğe başladılar. Biz ise Aziziye Belediyesi’ne bağlı Ilıca Termal Tesisleri’nin bahçesindeki ağaçların altında karın tadını çıkarıyoruz. O geceyi eski ve yeni dostlarla sohbet ederek geçiriyor, odalarımıza çekilip biraz dinlendikten, sabah kahvaltısından sonra Atatürk Üniversitesi Oditoryumu’ndaki açılış törenine katılmak üzere hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Üniversitedeki hazırlıklar da tamamdır, mükemmel bir organizasyonun ardından Oditoryum’daki yerlerimizi alıyoruz. Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği Başkanı ve bu organizasyonun düzenleyicisi Hikmet Eren güzel bir açış konuşması yaptıktan sonra Avrasya Sivil Toplum İşbirliği Derneği Başkan Yardımcısı Kutluhan Yazıcı, Aziziye Belediye Başkanı Fatih Cengiz ve protokolde yer alan TBMM ve Azerbaycan Milli Meclisi milletvekilleri (Gümüşhane Milletvekili Feramez Üstün; Adana Milletvekili Necdet Ünüvar; İstanbul Milletvekili İsmail Safi; Ankara milletvekili Haluk İpek; Azerbaycan Milli Meclisi Milletvekilleri Nizami Ceferov ve Qenire Paşayeva) Türkiye – Azerbaycan ilişkilerinden, Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesi ve güncel sorunlarından söz edirler. Atatürk Üniversitesi Rektörü Hikmet Koçak, Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk, Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler de açış töreninde yerlerini almışlar. Bir yürekte iki can: Türkiye – Azerbaycan! bu anlamlı etkinliğin iki satırlık özeti gibidir. Bu etkinlik sadece milletvekillerinin, Türkiye ve Azerbaycan’ın devlet bürokrasisinin, bilim ve iş adamlarının değil, buraya halk içinden izleyici olarak katılan kişilerin de buluşma noktasıdır. Ünlü tarihçi, merhum Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu’ların gelinleri olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir abla, üç gün boyunca Türkiye ve Azerbaycan bayraklarını başı üzerinden hiç indirmiyor, elinden bırakmadığı üç renkli Azerbaycan bayrağına olan hayranlığını saklayamıyor…
Dostları çevirdim astar üzüne / Ne yaxşı ki düşmen çıxan olmadı: Erzurum’daki bu bilimsel dayanışma etkinliği, bizleri hocalarımızla, eski ve yeni dostlarımızla bir araya getirdi. Değerli hocalarım Nizami Ceferov, Hacali Necefoğlu, Akın Cellatoğlu, Necdet Sivaslı, Cengiz Alyılmaz, Semra Alyılmaz, Yavuz Aslan, eski dostlarımız Qanire Paşayeva, Hikmet Eren, Kutluhan Yazıcı, Hatem Cabbarlı, Toğrul Veli Kâmiloğlu, Araz Aslanlı, Rövşen Şahbazov, Ali Asker, Cavid Aliyev, Hasan Selim Özertem, Okan Yeşilot, Mübariz Quliyev, Ekber Qoşalı, İbrahim İlyaslı, Elnur Eltürk, Ayfer Işık Aksu vd. ile yeniden görüşmek bizleri çok mutlu etti. Erzurum’da yeni dostlukların temellerini attık, yeni dostlar edindik. Fatih Cengiz başkan, Ceylan Tokluoğlu hoca, oturum başkanımız Erol Kürkçüoğlu hoca, Elşad Semedzade, Aygün Esgerzade, Osman Nuri Aras, Seyyad Aydınoğlu, Seher Ehmed, Elçin Qaffarlı, Hanefi İspirli, Aşıq Ziyad Ceferli, Nazan Bozdemir, Afet Hanım… her biri, bir özel yönüyle aklımda kalacak insanlardır.

Men ölende ağlamağa / Bütün dostlar sağ ola kâş: Erzurum, bizi gönül ve “emel dostlarımız”la (“Emel dostları” ifadesi merhum Prof. Dr. Abbas Zamanov’a aittir) da yeniden bir araya getirdi. Samimiyetlerine, vatanseverliklerine, dürüstlüklerine, bilimsel düzeylerine, ahlâkî bütünlüklerine her zaman inanıp saygı duyduğum değerli dostlarım Hatem Cabbarlı, Ali Asker, Araz Aslanlı, Rövşen Şahbazov, Toğrul Veli Kâmiloğlu ile her gece geç saatlere kadar sohbetler ettik, birbirimizi ne kadar özlediğimizi anladık. Sohbetlerde bazen bir şiirin bir mısrasını tartıştık, bazen Güney Azerbaycanlı bir aşığın bir ezgisini dinledik. Ramiz Rövşen’in yeni hayranlarını keşfettik, onun nesrinin de şiiri kadar etkili olduğunu teyit ettik. Araz, Hatem, Alesker, Rövşen, Toğrul dostlarımızla bizi birleştiren bir ortaklığın da Ramiz Rövşen olduğunun farkına vardık. Buz bağlamış karlı sokaklarda geç saatlere kadar Rövşen’le kol kola Ramiz’den söz ettik. Geçtiğimiz günlerde 65 yaşını tamamlayan büyük şairimizin, Azerbaycan ziyalılığına yaptığı katkıların, Azerbaycan ve Türk dünyası şiirine kazandırdıklarının yeri doldurulmaz değerler olduğunu bir kere daha anlamış olduk. Uzun zamandan beri yapmadığım, yapamadığım bu edebiyat sohbetlerini ne kadar özlediğimi de yeniden fark ettim…
Unutulmaz Erzurum anıları: Erzurum seyahatimiz, uzun yıllar unutamayacağım birçok anısıyla da değerlidir. Gece geç saatlere kadar yaptığımız sohbetlerin birinde dostlardan biri bana “Gözün aydın, Azerbaycan!” şiirini dinleyip dinlemediğimi sordu. Ünlü şairimiz Fikret Qoca’nın bu şiirini okumamış, dinlememiştim. Uzağı yakın, zoru kolay eden internet sayesinde dostlar hemen o şiirin videosunu buldular. Bu şiiri Azerbaycan’ın ünlü sanatçısı Ağalar Bayram’ın dilinden hep birlikte dinledik. Dağlık Karabağ’daki savaşlara komutan bir asker olarak katılan, her şehit mezarına, Erzurum tabyalarına askerî selam veren değerli dostumuz Hatem Cabbarlı’nın, bu şiiri dinlerken hüngür hüngür ağlamasını uzun yıllar unutmam mümkün değildir…
http://www.youtube.com/watch?v=GaFOsROdffo
Feulkner’in “Edebiyat, bir halkın hafızasıdır” sözleri daha çok geçmiş zamanla ilgili olsa da, Azerbaycan Halk Şairi Fikret Qoca’nın bu şiiri, günümüzün gerçeklerine ayna tutan ciddi bir siyasî-toplumsal edebiyat örneğidir. Fikret Qoca’yı halk şairi sayan gerçek Azerbaycan aydını, iktidarı, muhalefeti, tarafsızıyla bu şiirin her bir satırındaki (ve satır aralarındaki) inkâr edilemez gerçekleri masaya yatırıp tartışmalı, bu şiirin “kahramanı” olmadığını vicdanıyla kanıtlamak ve tam samimiyetiyle “Gözün aydın, Azerbaycan!” diyebilmek için en azından kendi üzerine düşeni yapmalıdır…
Erzurum’a Azerbaycan’dan gelenler arasında güler yüzlülüğü, samimiyeti, kibarlığı, hoş sohbetleri ve bilimsel düzeyi ile dikkatimi çekenlerden biri Elşad Semedzade idi. Kendisiyle aynı oturumdaydık ve onun konuşması bizim oturumun son bildirisiydi. Konuşmasını güzel bir yansı ile de görselleştiren Semedzade’nin, bildiri konusu “Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattının Azerbaycan-Türkiye İlişkilerine Etkisi” adını taşıyordu. İlk bakışta çok eskimiş, “çeynenmiş” bir konu gibi görünen bu bildiri, Elşad Semedzade’nin son derece samimi ve başarılı sunumu sayesinde hep aklımda kalacaktır. Türkiye’yi Türk dünyasının kalbine benzeten ve bu atmakta olan kalbi görsel bir şekilde izleyicilerinin dikkatine sunan Semedzade, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattını ise bu kalbi besleyen şah damar olarak yansıda gösterince dakikalarca alkışlandı. Yüksek dinleme medeniyetine sahip olan bu arkadaşın dört gün boyunca hiç kimsenin sözünü kesmemesi, kendisi konuşurken bazı sabırsız arkadaşların yersiz müdahaleleri zamanı da kendi söz sırasını memnuniyetle onlara vermesi dikkatimden kaçmadı… Yüksek espri anlayışına sahip Elşad Bey, Azerbaycan’ın büyük sanatçısı Habil Aliyev’le ilgili fıkraları ustalıkla anlatıp bizleri çok güldürdü… Elşad Semedzade, bu ve diğer yönleriyle Erzurum seyahatimin unutulmazlarındandır. Çoktan tanıdığım Alesker, Hatem ve Toğrul’un hoş sohbetlerini dinleyip Hikmet Eren’in, Ekber Qoşalı’nın, Seyyad Aydınoğlu’nun, Elnur Eltürk’ün de bana pek belli olmayan esprili yönlerini Erzurum’da öğrenmiş oldum.
Azerbaycan’ın ünlü saz sanatçısı merhum Aydın Çobanoğlu’nun oğlu, onun genç ve yetenekli devamcısı Aşıq Seyyad Aydınoğlu’nun doğum günü de Erzurum’da geçirdiğimiz günlerin birinde imiş. Termal tesislerde çalışan bir arkadaşla bizim aramızdaki esprili “şort” sohbeti, meğer Elşad ve Seyyad’ı birbirine yaklaştırıp dost etmiş. Bu dostluğa “bais” olduğumuz için sevindik… Aşıq Seyyad Aydınoğlu’dan dinlediğimiz “Yaylaya bir gelin geldi” havası, sevdiğimiz türküler listesine eklendi…
Merhum dayım Arif Hesenoğlu’nun 20 yıldan beri tanıdığım yakın dostu ve komşusu şair İbrahim İlyaslı’yla karşılaşmam, benim için asıl sürpriz oldu. Ben kendisine “dayı” deyince İbrahim Bey bizim dostların da “dayısı” oldu. İbrahim Bey’le yıllar önceki görüşlerimizi hatırladık, kendisinin hoş sohbetlerini dinleyip şiirlerine kulak astık. “Yuxuma Söykenmiş Adam” adlı şiirler kitabını imzalayıp hediye etti. “Dayı”nın Alaca Köy Şehitliği’ni ziyarete giderken minibüste okuduğu şiir hepimizi duygulandırdı… Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği ekibinde Erzurum’a gelen İbrahim İlyaslı’nın Azerbaycan – Erzurum Şair ve Ozanlar Gecesi’nde okuduğu şiirler dinleyiciler tarafından alkışlandı.
02-05 Aralık 2010 tarihlerinde, çalıştığım Lefke Avrupa Üniversitesi’nde Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ve LAÜ işbirliğiyle düzenlenmiş 21. Yüzyılda Türk Dünyası Uluslar Arası Sempozyumu’ndan tanıdığım ve o zamandan beri birkaç defa görüştüğümüz değerli gazeteci, büyük bir Azerbaycan dostu ve Azerbaycan üzerine en çok yazı yazan Türk gazetecisi Necdet Sivaslı’yla olan sohbetlerimiz, soğuk Erzurum akşamında birlikte alış veriş yapmaya çıkmamız ve kar üzerindeki gece yürüyüşlerimiz de unutulmazdır.
1997-1998’den beri tanıdığım değerli Türk dünyası aydını, rahmetli Prof. Hudu Memmedov’un vefalı öğrencisi ve yetenekli devamcısı, Kafkas Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hacali Necefoğlu ile yıllar sonra yeniden görüşüp sohbet etmemiz de beni çok mutlu etti.

Azerbaycan’dan gelmiş genç araştırmacı Aygün Asgerzade de çekingen birimizin takdirlerini aldı. Onun şahsında da iyi bir meslek dostu kazandığımıza inanıyoruz.
Afet Hanım ise şakaları, hareketliliği ve güler, masum fakat samimi tavırları ve saygısıyla her yüzlülüğü ile dikkat çekti.

Aziziye Belediyesi Termal Tesisleri – Ilıca kaplıcaları: Erzurum’a gidip de yanı başımızdaki Aziziye Belediyesi Termal Tesisleri’nden yararlanmamak imkânsızdı. Belediye Başkanı Cengiz Bey’in talimatı ve tesislerde çalışan güler yüzlü arkadaşların yardımcılığıyla kükürtlü su havuzlarında yüzdük, eksi 25 dereceyi gösteren soğuk kış gecesinde yerden çıkan şifalı sularda boyun, kol ve bel ağrılarımızı bir nebze de olsa unuttuk. Son derece temiz ve donanımlı, hizmetin yüksek seviyede, fiyatın ise düşük olduğu tesislerde, bize eşlik eden arkadaşların hoş sohbetleri yeni dostluk köprülerinin temelini attı. Ekber Qoşalı’nın hazırcevaplılığı ve nüktedanlığını, Elşad Semedzade ve Seyyad Aydınoğlu’nun güler yüzlülüğü ve samimiyetini, malûmatı ve arkadaş çevresi geniş Elnur Eltürk’ün de iyi bir yüzücü olduğunu termal tesislerde keşfettik.

Erzurum Tabyaları – Nene Hatun’un huzurunda: Osmanlı devletinin Rusya ile yaptığı 1826-1828 ve 1877-1878 (93 Harbi) savaşlarındaki en büyük mağdurun Erzurum olduğunu Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aktarmıştık. Savaşın yapıldığı yerleri kendi gözlerimizle görmek, her karışı şehit kanlarıyla sulanmış vatan toprağını öpmek için Aziziye tabyalarına da çıktık. Karşılaştığımız manzaralar muhteşem olsa da 135 sene önceki savaşın soğuk yüzü hepimizi sarsmıştı…
Hatem kardeşimin bu tabyalardaki asker selamı mânidardı. Savaşın sadece yıkım değil hem de yapım olduğunu Aziziye tabyalarını gezerken görmek mümkündür. Kışlalar, istihkâmlar, burçlar, siperler… birer sanat eseridir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa komutanlığında gerçekleşen bu ağır savaşta (07-08 Kasım 1877) 1000 kadar şehit veren Türk ordusu 2300 Rus – Ermeni askerini öldürüp Ermenilerin ihanetiyle düşman eline geçen Aziziye tabyalarını geri almışlardı. Bu kanlı savaşın ölmez kahramanlarından biri de Nene Hatun’dur. Savaşa katıldığı gün 20 yaşlı genç gelin, üç aylık yavrunun annesi, bir günlük şehit bacısıdır. Türk askerleriyle aynı safta düşmana karşı savaşan bu dişi aslan beşikteki yavrusunu emzirip savaşa katılırken “Seni bana Allah verdi, ben de O’na emanet ediyorum!” demiş ve evden çıkmıştı. 1955’te 98 yaşında vefat eden Nene Hatun, vefatından birkaç sene önce kendisini ziyaret eden Amerikalı bir NATO görevlisine “O zaman vazifemi yapmıştım, bugün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim!” cevabını vermişti. Burla Hatunların, Banuçiçeklerin evladı olan büyük Türk kadını Nene Hatun’u rahmetle anıyoruz…
Alaca Soykırım Anıtı’nda: Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletini arkadan hançerleyenlerin başında gelen Ermeniler, Erzurum’da da çok katliamlar yapmışlardı. Alaca Köy’de vahşice öldürülüp toplu mezarlarda gömülen şehitlerimizi de mezarları başında ziyaret ettik. 23 Mayıs 1986’da ortaya çıkarılmış birinci toplu mezarda 150; 01 Temmuz 1986’da tespit edilmiş ikinci toplu mezarda 68; aynı tarihte tespit edilmiş üçüncü toplu mezarda ise 60 Türkün kemikleri bulunmuş, bu 278 şehit Türkün cenazeleri, 09 Temmuz 1986 günü Alaca Şahitliği’ne nakledilmiştir. Şehitlerin topluca gömüldüğü mezarların bulunduğu yerde ise aynı tarihte bir abide uzatılmış, Türkiye’nin 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, soykırım anıtı ve Alaca Soykırım Müzesi’ni açmıştır.
Soykırım Anıtı üzerindeki bir levhada olayların tanığı olan ünlü Kâzım Karabekir Paşa’nın şu sözlerini okuyoruz: “Alaca köyünde cenazeler, insanın aklını oynatacak bir halde idi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görünüyordu. Bütün bu acıklı görünüşler, Erzurum’a atılmaya ve oradaki zavallılara yardıma beni mahkûm etmiştir.”
10 Mart 1918. Kâzım Karabekir/Birinci Kafkas Kolordu Komutanı

Son durağımız – 2011 Kış Olimpiyatları Merkezi ve dünyaca ünlü Palandöken: Erzurum’da son durağımız Palandöken’di. Oraya vardığımızda akşamüstü olsa da her tarafı kaplayan bembeyaz karın aydınlığı içinde idik. 2011 Kış Olimpiyatlar’ının yapıldığı tesisleri de kuşbakışı seyrettik. Palandöken’deki teleferiklere binemesek, kayak merkezinde kayamasak da Dedeman Oteli’ne kadar gidip Erzurum’u bir de
Palandöken’den seyrettik. Üç dört günlük Erzurum seyahatimiz ne yazık ki sona erdi. Erzurum’a doyamadık, dünyadaki her şey gibi bu görüş de tadımlık oldu.

Dadaşlar diyarı olan bu güzel şehirden ayrılıyoruz ama…-“Ayrılıklar da sevdaya dahildir…

You may also like

Şərh yaz

Layihə haqqında

Sayt Azərbaycan Respublikasının Qeyri-Hökumət Təşkilatlarına Dövlət Dəstəyi Agentliyinin maliyyə yardımı ilə hazırlanmışdır.

Saytın məzmunu

Saytın məzmunu Dünya Gənc Türk Yazarlar Birliyinin cavabdehliyindədir, Azərbaycan Respublikasının Mədəniyyət Nazirliyinin mövqeyini əks etdirmir.

Bizim Yazı©2024 – Bütün hüquqları qorunur.